11 Mart 2011 Cuma

İSTANBUL GEZİSİ PART ONE :D "the vagon bir"

Ankara yarışmanın birindeki mansiyon ödülüyken, İstanbul birincilik ödülü gibi değil mi?
"O kadar çarpıcı olamazsın, dereceyi bile hak etmiyorsun ama uğraşmışsın sen de iyisin iyisin" diyesim falan geliyor bazen ona. Ankara vs. İstanbul savaşında ateşli bir Ankara savunucusu olmuştum ben hep, bu yüzden değildi ama. Zaten İstanbul'u en son 14 yaşında gördüğüm için, "iyiydi, güzeldi, ışıl ışıl falandı, bi de galatasaray lisesi vardı keşke ikinci tercih yapsaydım ühühühühüh" gibi şeyler kalmıştı aklımda. "Ne var lan bu kadar büyütülecek!" diye savunma yapmak da rahat geliyodu tabii, naparsın.
-Cansu Ankara'yı seviyo musun?
-Çok seviyorum.
-Peki Ankara'da mı yaşarsın İstanbul'da mı?
-(cümle bitmeden) İstanbul. (defterdeki orijinalin tam burasına berkhan "sktrgt" yazmış. utanmadan bütün harflerini yazmış bi de. sevgiler.)
-ehehehehehe.

Gene de büyütülecek bişey yok. Cidden. Kendisine yazılan şiirleri hak ettiğini 12 saatlik bir koşturmacayla bile anlayabiliyorsunuz ama. Okulda yaptığımız muhabbetleri yazmak istiyorum bazen "lan bugün ne güldük" falan diye, ama "neye güldük o kadar" dediğim zaman aklıma hiçbişey gelmiyo, akşamına unutuyorum. Ama üzerinden geçen bayağı bi vakte rağmen neredeyse attığım her adımı hatırladığımı farkedince, acayip yamulmuyosam -ki yamuluyo olabilirim- 13 Ocak 2011 de 1 günlük koşuşturmacayla sevdiğim İstanbul'u yazmak istedim ben. :)
60 kişiyiz biz sınıfta. Ve altı aydır tanıştığımıza gördüğünüzde inanmayacağınıza eminim. O kadar çok şey paylaştık ki bu zamanda, bu güzel insanlarla birlikte olmanın verdiği keyfi anlatarak burayı doldurmak istemiyorum. O konuya hiç girmiyorum :D Ama bu yazı hepinize armağan olsun <3 60ınıza da :D

Bu yüzden (manevi babam Şener'in üstün yetenekleri sayesinde) mükemmel bir organizasyonla kuruldan sonraki cuma günü gece Fatih Ekspresi'yle yola çıkmak için hazzırdık. Body Worlds e gidecektik. Amaç değil araçtı tabii kendisi. Hiç anatomi görmemiş tıp dönem 1 öğrencisi bizler gene de "Gitmemiz gerekiyo çok önemli reöreöreöreöre" falan diye havalara girip bu gezi düzenlenene kadar yeri göğü inlettik. Muhteşem değil miydi, büyüleyici değil miydi, tabii öyleydi. Ama "aa ne acayip lan bu adam eskiden yaşıyodu" "dokunak mı hadi dokunalım" "oha bi hayvan nasıl bu kadar büyük oluyo oloom" seviyesinde etkilenebildik ancak. Vay insan vücudu ne kadar da büyüleyici efendim diye çıkan bi arkadaşımı görmedim ben. Ben görmedim diye kesin herkes çok etkilenmiştir şimdi. Neyse. Kısmetse seneye ne gördüğümüzü anlayabiliriz.

Tren koltukları ne büyüktü öyle. Trene ilk bindiğimde aklıma gelen şey bu işte. Yolun dörtte birinde falan da koltukların dönebildiğini keşfettiğimizde de (bazı arkadaşlar sadece nasıl dönebildiğini keşfettiklerini iddia ediyorlardı ama) çocuk gibi sevindik buna. Annem Bernoşko'nun dahiyane bi fikirle aldığı çekirdekler, Irmak'ın sarmalar, Arınç'ın kekler, Gülnihal'in kekler -yoksa börekler miydi- ve üzümünü yiyip bağını sormadığım bir sürü besleyici yiyecek maddesi derken güzel inletmekteydik vagon bir i :D Destelerin kaldırmadığı, kartların isyan ettği bir pis yedili turnuvasından sonra restaurantta bi muhabbetler bütün treni kat ederek restauranta ulaşma çalışmaları derken geçti vakit... O restauranta öyle bi kurulmuştuk ki, adeta 10 yıldır her cuma soluğu orada alıp İstanbul'a giden insanlarmışızcasına. Güzeldi yemin olsun, çok mayışıktım ama güzeldi. Cimrilik edip bi bira almadığım için hala üzülüyorum orada. -param yok hedehödö yaptım gezi bitip ankara'ya döndüğümüzde yeni haftalıkla birlikte sözde olmayan paramın yarısından çoğu cebimdeydi- Trenin restaurantındaki kral amca da unutulmazlarımdan bak, 30 yıldır Fatih Ekspresindeymiş, sırf onun için binilir o trene, muhabbetini yirim. Restaurantta votkakola olduğu iddia edilen gazı kaçmış kolayı içmediğim için çok memnunum ama, onsuz da yaşayabilirdim bebeğim.

Sonunda sızmaya başladığımda 2:30 falandı galiba. Millet daha muhabbetteyken döndüm vagona. Gerçi herkesin uyumaya dönmesi de uzun sürmedi. İki koltuğu kaplayarak Özgür'ün uyuyacak yer bulmak için vagon vagon gezmesine sebep olsam da, gene Özgür'ün deri ceketinin ağzını yüzünü yastık yapmak suretiyle dağıtarak nefis sayılabilecek bir uyku çektim :D

Çoğu insana kıyasla tabii, 20 kere uyandım yoksa. Her uyandığımda karşımdaki koltuklarda uyuyan Berna & Şener bambaşka pozisyonlarda uyumaya çalışıyolardı, içler acısı bi görüntüydü olm.

Sabaha karşı insanların uyurken nasıl göründüğünü görmek için uyandım, ağızları açık uyuyan komikleri belgem olmadığı için ifşa etmiyorum, ama herkes mi sevimli olur, öyleydiler valla. Saat 5ten itibaren 20 dk'ya bi vagona gelip "çay, kahve, kahvaltı, sıcak çorba" gibi bişeyler söyleyen amcaya da saygılarımı sunuyorum. Hiç cevap alamadı bizden. En ufak bi yılgınlık da göstermedi, helal olsun.

İstanbul durakları görünmeye başladığında böyle bi kıpırtı falan başladı bizde....