2 Haziran 2011 Perşembe

ben aşık oldum. eriği, tuzlu fıstığı, film izlemeyi, uzun tartışmalara girmeyi, topkapı yı, çok fantastik müzikleri, sıkılmayı, düşünmeyi, gülmeyi, saçını düzeltmeyi, gece uyumamayı, 10 milyona börgır king e gitmektense 5 tane tavuk döner yiyebileceğini hesaplamayı, bana filmlerdeki sevdiği sahneleri izletmeyi, uzaktayız diye dertlenmeyi, radiohead e laf söylemeyi, "bizim ailede vikinglik var galiba" diye abisinden ve kendisinin sakalından bahsetmeyi, siyah gömleğini, "ulan adamlar ne biçim yaşıyo" demeyi, sütü yalnızca nesquikle içmeyi ve umuyorum ki beni seven birine aşık oldum hem de.
yaşamış en şahane insanlardan birine aşık oldum yani :)

Levrek, hamsi, kalkan... Kader anı Haziran!

Levrek, hamsi, kalkan... Kader anı Haziran!: "“Seninki kaç santim?” kampanyasının sonucu belli oluyor. Tarım Bakanlığı balıkların ve denizlerin geleceğine Haziran’da karar veriyor. İş işten geçmeden, balıklar tükenmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl."

11 Mart 2011 Cuma

İSTANBUL GEZİSİ PART ONE :D "the vagon bir"

Ankara yarışmanın birindeki mansiyon ödülüyken, İstanbul birincilik ödülü gibi değil mi?
"O kadar çarpıcı olamazsın, dereceyi bile hak etmiyorsun ama uğraşmışsın sen de iyisin iyisin" diyesim falan geliyor bazen ona. Ankara vs. İstanbul savaşında ateşli bir Ankara savunucusu olmuştum ben hep, bu yüzden değildi ama. Zaten İstanbul'u en son 14 yaşında gördüğüm için, "iyiydi, güzeldi, ışıl ışıl falandı, bi de galatasaray lisesi vardı keşke ikinci tercih yapsaydım ühühühühüh" gibi şeyler kalmıştı aklımda. "Ne var lan bu kadar büyütülecek!" diye savunma yapmak da rahat geliyodu tabii, naparsın.
-Cansu Ankara'yı seviyo musun?
-Çok seviyorum.
-Peki Ankara'da mı yaşarsın İstanbul'da mı?
-(cümle bitmeden) İstanbul. (defterdeki orijinalin tam burasına berkhan "sktrgt" yazmış. utanmadan bütün harflerini yazmış bi de. sevgiler.)
-ehehehehehe.

Gene de büyütülecek bişey yok. Cidden. Kendisine yazılan şiirleri hak ettiğini 12 saatlik bir koşturmacayla bile anlayabiliyorsunuz ama. Okulda yaptığımız muhabbetleri yazmak istiyorum bazen "lan bugün ne güldük" falan diye, ama "neye güldük o kadar" dediğim zaman aklıma hiçbişey gelmiyo, akşamına unutuyorum. Ama üzerinden geçen bayağı bi vakte rağmen neredeyse attığım her adımı hatırladığımı farkedince, acayip yamulmuyosam -ki yamuluyo olabilirim- 13 Ocak 2011 de 1 günlük koşuşturmacayla sevdiğim İstanbul'u yazmak istedim ben. :)
60 kişiyiz biz sınıfta. Ve altı aydır tanıştığımıza gördüğünüzde inanmayacağınıza eminim. O kadar çok şey paylaştık ki bu zamanda, bu güzel insanlarla birlikte olmanın verdiği keyfi anlatarak burayı doldurmak istemiyorum. O konuya hiç girmiyorum :D Ama bu yazı hepinize armağan olsun <3 60ınıza da :D

Bu yüzden (manevi babam Şener'in üstün yetenekleri sayesinde) mükemmel bir organizasyonla kuruldan sonraki cuma günü gece Fatih Ekspresi'yle yola çıkmak için hazzırdık. Body Worlds e gidecektik. Amaç değil araçtı tabii kendisi. Hiç anatomi görmemiş tıp dönem 1 öğrencisi bizler gene de "Gitmemiz gerekiyo çok önemli reöreöreöreöre" falan diye havalara girip bu gezi düzenlenene kadar yeri göğü inlettik. Muhteşem değil miydi, büyüleyici değil miydi, tabii öyleydi. Ama "aa ne acayip lan bu adam eskiden yaşıyodu" "dokunak mı hadi dokunalım" "oha bi hayvan nasıl bu kadar büyük oluyo oloom" seviyesinde etkilenebildik ancak. Vay insan vücudu ne kadar da büyüleyici efendim diye çıkan bi arkadaşımı görmedim ben. Ben görmedim diye kesin herkes çok etkilenmiştir şimdi. Neyse. Kısmetse seneye ne gördüğümüzü anlayabiliriz.

Tren koltukları ne büyüktü öyle. Trene ilk bindiğimde aklıma gelen şey bu işte. Yolun dörtte birinde falan da koltukların dönebildiğini keşfettiğimizde de (bazı arkadaşlar sadece nasıl dönebildiğini keşfettiklerini iddia ediyorlardı ama) çocuk gibi sevindik buna. Annem Bernoşko'nun dahiyane bi fikirle aldığı çekirdekler, Irmak'ın sarmalar, Arınç'ın kekler, Gülnihal'in kekler -yoksa börekler miydi- ve üzümünü yiyip bağını sormadığım bir sürü besleyici yiyecek maddesi derken güzel inletmekteydik vagon bir i :D Destelerin kaldırmadığı, kartların isyan ettği bir pis yedili turnuvasından sonra restaurantta bi muhabbetler bütün treni kat ederek restauranta ulaşma çalışmaları derken geçti vakit... O restauranta öyle bi kurulmuştuk ki, adeta 10 yıldır her cuma soluğu orada alıp İstanbul'a giden insanlarmışızcasına. Güzeldi yemin olsun, çok mayışıktım ama güzeldi. Cimrilik edip bi bira almadığım için hala üzülüyorum orada. -param yok hedehödö yaptım gezi bitip ankara'ya döndüğümüzde yeni haftalıkla birlikte sözde olmayan paramın yarısından çoğu cebimdeydi- Trenin restaurantındaki kral amca da unutulmazlarımdan bak, 30 yıldır Fatih Ekspresindeymiş, sırf onun için binilir o trene, muhabbetini yirim. Restaurantta votkakola olduğu iddia edilen gazı kaçmış kolayı içmediğim için çok memnunum ama, onsuz da yaşayabilirdim bebeğim.

Sonunda sızmaya başladığımda 2:30 falandı galiba. Millet daha muhabbetteyken döndüm vagona. Gerçi herkesin uyumaya dönmesi de uzun sürmedi. İki koltuğu kaplayarak Özgür'ün uyuyacak yer bulmak için vagon vagon gezmesine sebep olsam da, gene Özgür'ün deri ceketinin ağzını yüzünü yastık yapmak suretiyle dağıtarak nefis sayılabilecek bir uyku çektim :D

Çoğu insana kıyasla tabii, 20 kere uyandım yoksa. Her uyandığımda karşımdaki koltuklarda uyuyan Berna & Şener bambaşka pozisyonlarda uyumaya çalışıyolardı, içler acısı bi görüntüydü olm.

Sabaha karşı insanların uyurken nasıl göründüğünü görmek için uyandım, ağızları açık uyuyan komikleri belgem olmadığı için ifşa etmiyorum, ama herkes mi sevimli olur, öyleydiler valla. Saat 5ten itibaren 20 dk'ya bi vagona gelip "çay, kahve, kahvaltı, sıcak çorba" gibi bişeyler söyleyen amcaya da saygılarımı sunuyorum. Hiç cevap alamadı bizden. En ufak bi yılgınlık da göstermedi, helal olsun.

İstanbul durakları görünmeye başladığında böyle bi kıpırtı falan başladı bizde....

20 Şubat 2011 Pazar

http://birtakimseylerecoksinirlenenadam.blogspot.com

izleyin onu. çok sevin. o bir süperkahraman... o bir doktor. o bi abi. oldu mu sana doktor abi. lan o ne işte bi açın bakın. sevaptır...

bu haftasonu insanlar gezdi, yedi içti, sevişti, eğlendi, dizi film falan izledi, tiyatroya konsere neyin gitti, kavgalar etti, yeni arkadaşlar edindi, güldü, baya bi güldü, ağladı...
ben totalde 15 saat falan ders çalıştım. bu bana çok koydu lan. kurul bitince çok güzel olacak hissiyatı olmasa nasıl yaşanırdı be... ya da "doktor olucam ben insanları kurtarıcam (paranın hasını götürücem)" umudu olmasa...
of çok koydu yimin ediyorum. neyse ki bugün behzat ç var. oldu o zaman bay.

13 Şubat 2011 Pazar

bugün milli kütüphane'de dişime kaçan kekiği çıkartmaya çalışırken göz göze geldiğimiz çok yakışıklı çocuk, ben öyle biri değilim aslında biliyo musun? haftaya pazar gene orada olucam, bi şans daha ver lan, ühü.

bi arkadaşımın dişine öğle yemeğinde kekik kaçmıştı. sonra biz de başka bi arkadaşımla bunun üzerine

öğlen yemeğinde cacık vardı
dişimin arasına kekik kaçtı

(gitar solo)

öğlen yemeğinde cacık vardı
dişimin arasına kekik kaçtı

diye bi şarkı yazmıştık. mükemmel melodiyi buraya yazamadığım için ağlıyorum şu anda.
bu arkadaşlarımın adını buraya yazasım var, biri onları google layınca ilk benim bloğum çıksın diye yanıp tutuşuyorum şu anda. mutlaka başlarına saçma bi olay gelir bu blog sayesinde. ama tutucam kendimi. HUF.

bi arkadaşım daha var, yarıyıl tatilinde zerre kadar arayıp sormamasını "iki hafta aramasak ne olacak ben böyle şeyleri aşacak kadar yakın arkadaş olduğumuzu düşünüyorum mesela benim yakın arkadaşlarım var biz hiç aramayız birbirimizi, iki haftada özledik bak iyi oldu ehe" diye açıklayabiliyo. hem de bu sebepleri o kadar ikna edici bi şekilde anlatıyo ki. "oley beni aramamış" diyebiliyosun açıklamanın sonunda. böyle o kadar çok örnek var ki. bence doktor değil avukat olmalıydı.
"bence öldürmüş ama güçlü sebepleri varmış yani bla bla bla bla baksanıza hakim bey bla bla bla..."
"sanık suçsuz bulundu"
eminim bütün davalar böyle geçerdi. yani.

eve dönerken de dolmuşta bi adam "ışıklarda inebilir miyim" yerine "lambada inebilir miyim" dedi. kulaklıklaydım ben, ama bu şahane an şarkı arasına denk geldi şansa bak ki nefes alacak yerin olmadığı dolmuşta kendimi tutamayıp "puhahaha" diye bastım kahkahayı. çünkü yaşar alptekin'in lambada dansı gelmişti gözümün önüne. çok kötü oldu. eve yürümek zorunda falan kaldım utandım bi yerde. neyse ki az kalmıştı mesafe.

bence ben bile pucca dan güzel yazıyorum. hikayeleri aslında herhangi birinin başından geçmiş de olabilir. ama kız bunları kullanıyo hem de süper kullanıyo böyle dedikodu dinler gibi okudum bloğunu. "hiç sevmem ıyy" diye gezdiğim için kitabını almaya utanıyorum. bi gün aşırı çok param olursa gidip olgunlar dan alıcam. merak ettim.

hadi vayvay o zaman. (abi naber?)

28 Ocak 2011 Cuma

keşke diyorum, bi arkadaşım olsa.

ben yazının başlama cümlesini başlık yapacak kadar düştüm tamam mı. edebi zevkten bu kadar yoksunum artık TAAM MI. yıkıl karşımdan. önce ben söyledim.

ama diyorum ki :) keşke bi arkadaşım olsa. benimle çok güzel bir şehirde (şehir insan oldu olsa, o insanların da çok güzel hikayeleri olsa), şehirden de çok bişey beklemiyorum hani bak. arka fonu da hayal kurmaya uygun olsa, yeter işte bana o zaman.
hah işte o arkadaşım benimle güzel bi fonun önünde yaşayan insanları seyretse, yürüsek yürüsek ve sadece insanları seyretsek. ne yaptıklarını nereye gittiklerini tahmin etmeye çalışsak. mesela koşarak giden bi adamın neden koştuğunu, kavga eden bi çiftin barışıp barışmayacağını, neden kavga ettiklerini, hatta nasıl tanıştıklarını uydursak kafamızdan. insanların hikayelerini çok sevsek, tam ortasından dalsak içlerine. doğru olup olmadığını umursamadan onlara yeni hayatlar yazsak. yazsak, yazsak, yazsak... sonra geldiğimiz gibi geri gitsek kendi hayatlarımıza. ama bu ziyaretleri hep yapsak. insanların hayatına hayalgücümüzle misafir olsak.
bu yazı kendimi çok iyi hissettirdi bana.

23 Ocak 2011 Pazar

hiç umrunda olmadığını bildiğin adam -bundan dolayı senin de sallamamaya başladığın adam- hiç aramıyo sormuyo sonra da "sen vefasızsın rerörereörere" diyo ya gelip, çok üzülüyorum o zaman. içimde bişeyler ölüyö.

22 Ocak 2011 Cumartesi

yıllardan sonra ilk kez otobüs yolculuğu ve ev. heyo.

anne gibi ev gibi yuva gibi şey var mı yav. yok inan olsun yok. 20 eylül'den beri ilk kez ısparta'ya ayak bastım.

baktım şehrin altının üstüne gelmesi gibi bi değişiklik bekliyodum ama yok aynı duruyo maşallah. daha evden çıkmadım ama evet.
insanın uzun süre memleketten evden ayrı kalması ne acayip lan, takıldığım tek şey küçük ayrıntılar oldu.

babam sabah otogardan almaya geldiğinde yeşil ışıktaki adam ankara'dakiler gibi moonwalk yapmayınca "noluyoruz lan ışık bozuk?" demem

evde fellik fellik damacana aramam ve bu mallığın 2 3 dakika rahat sürmesi ve sonra cağnım ısparta'mın suyunun içilebildiğini hatırlamam.

musluklar değişmiş? sifonu itiyorum itiyorum çalışmıyo? masa örtüsünün rengi bu değildi lan? bu yatak benim değil? gibi yabancılaşmalarla varoluşumu sorgulamaya şu saatler itibariyle son verdim ama. OH BE EVİM GÜZEL EVİM. anne anne diye dört dönüyorum sabahtan beri. anne candır. kardeşime de hiç baarmıyorum. ankara'ya dönünce üzülürüm diyine... altı saatlik gece yolculuğundan sonra uyurken sırtıma çıkıp "gitar çalmayı öğrendim ben" diye gitar çalmaya başlamasına bile baarmadım.

bu baarmak lafı da alpay erdem yüzünden oldu. ama hoşuma gitti. yoksa modifiye ettiği diğer abuk subuk kelimeleri çalmıyorum.

börek kek falan yapmışlar bi de ya. hiç beklemezdim. babamın pazardan gelince "cansuu?" diye seslenip efenim cevabını alınca aşırı sevinmesi de çok duygu yüklüydü ivet. baba da candır.
köpeğimiz köpük konuşmayı öğrenmiş görüşmeyeli. sabah geldiğimde bacaklarıma dolanıp 15 dakika kadar guruldama hırlama mırıldanma arası sesler çıkardı. çok özlemeyince konuşmuyo ama. gerçi "konuş vericem sucuk sana" diyince "ya git allasen" gibi bişeyler söyledi. uçuyorum şahitlerim var bu arada.

otobüsler de negzel olmuş öyle. teknolojik. bissürü film falan. müziklerde tasavvuf ile türkçe pop koymuşlar, kalbim kırıldı ama. anarşistim ben diye dinlemedim.

filmlerden de "the wrestler" ı buldum 2008 de armut gibi toplamıştı bi sürü ödülü de izlemek nasip olmamıştı oh mis diye izliyorum. arkadaş film izleyen insanlar kendi filmlerinden çok başkasının filmini dikizliyolar lan. cıkcıkcık. şahsen ben kendimden biliyorum yanımdaki kızın izlediği filmin hangisi olduğunu bulmak için filmimin yarısını kaçırdım. yan koltuktaki çift de benim filmdeki striptiz sahnelerinde bi hoş oldular yan yana oturan insanlar için çok aşırı göz göze geldik oradan da biliyorum. striptiz yapan marisa tomei sen ne güzel şeysin öyle. gel beni bul. her neyse benim filmde güzelinden bir vahşicesine seks sahnesi başlamasın mı. (aslında doğru kelime s*kiş olacak. maalesef. hayatın gerçekleri.) bi etrafıma göz gezdirdim. yok arkadaş saniyeler yıl oldu geçmedi o sahne. "lan ileri alınmıyo mu bu ********* filmi derkeen alınmıyomuş, kapandı film, içimden ettiğim küfrün haddi hesabı olmadı. millet "yuha ne seyrediyo" demesin diye filmimden oldum. küfredicem. dur ediym. ***. mallık bende arkadaş oraya koymuşlar o filmi bi kere benim suçum ne. azıcık bi sahnede porno izliyo gibi triplere niye girdim ki. biri bana the wrestler ın sonunun söylesin lütfen. buraya kadar dayanan olduysa teşekkürler. esen kalın. öptüm alnınızdan. bacımsınız.

20 Kasım 2010 Cumartesi

p*ç güveysinden hallice? alt başlık: evet malım ben.

halüsinasyon gördüğümden emindim oysa ki lan. böyle bi kitabı iki ay önce falan gördüm ben, d&r'ın birinde. cepa da lan işte her neyse. sonra baktım "ana böyle bi kitap mı varmış ana blog değil miydi bu ana" diye bi bakındım... sonra efenime söyleyim 16 liralık bi kitapmış bu. param pulum yoktu buldum buluşturdum döndüm olay mahalline. kitap yoktu amk! ortalığı birbirine kattım kitap yoktu lan! mal tezgahtarlar. öyle olsun. sonracıma yok böyle kitap falan derken -ki gelecek mi teknolojinin nimetlerinden bi faydalanın demek hiç aklıma gelmedi- zira gözüme çarpmıştı sadece, emin olamayınca utanıp soramıyosun
"abi sizde piç güveysinden hallice diye bi kitap var mı?" diye. yoksa dövebilirler olm adamı. isme bak.
sonracıma ben böyle bi kitabın var olmadığına kendimi inandırdım, kapağını başka bi kitapla karıştırdığıma falan kendimi inandırdım (google diye bişey var lan yazdıkça jeton düşüyo?)
öyle bi kitap yok yok yok derkeen, bugün tekrar gördüm onu <3 çok mutluyum hayal gördüğüme çok emindim çünkü. gene param yoktu. ama bu sefer annemler vardı. ama piç güveysinden hallice yi alır mısın bana anneğ? diyemedim, diyemezdim. neyse artık varlığından eminim dokundum falan. hayat güzel. gidip alcam. laylaylom.

14 Kasım 2010 Pazar

öğrenci evi geyiği. istesem yapabilirim lan.
kaç yıllık hayaldi breh breh.
çok seviyom evimi. kalp <3
annemler geldi ısparta dan şimdi fakirhaneye.
evi niye bok götürüyo tartışması yüzünden bir kavuşma sahnesi yaşanmadı, bir gözyaşları sel olmadı.
ulan 18 sene boyunca kızından hiç o kadar ayrı kalma sen, gel bunun tartışmasını üç gün devam ettir bana.
olacak şey mi.
olacak o kadar.
aym vit femily end hepi.
her hafta o hafta yaptığım bir öküzlüğü bulup haftasonu -tatilde işte- düzeltiyorum.
öküzün önde gideniymişim öyle diyim ben sana.
kaç ay oldu hala öküzlük çıkıyo.
zaten hepsini düzeltirsem olmaz ki hacım.
tadı tuzu kalmaz işin.
vay başıma gelenler.

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace

17 Ekim 2010 Pazar

uzun süredir kendime kendimi ifade etmeyi başaramadığım için bu dün yazdıklarım beni öyle bir mutluluk sarhoşu yaptı ki açıp açıp okuyorum ve evet oh be artık kafamda herşey net diyebilmenin hazzını tekrar tekrar yaşıyorum.
yazı yazmadığım her zamana lanet olsun artık beni kalemden- klavyeden- ancak ölüm ayırabilir. mutluluğum için kendime söz veriyorum.

16 Ekim 2010 Cumartesi

ankara. yeni hayatıma teşekkür mektubum...

ankara'dayım. başkent üniversitesi tıp fakültesindeyim. evim var bildiğin. yaşıyorum falan. özeti böyle. şimdi de yüzyıllardır yazmadığım için olayın derinine inelim. bebeyim.

çok seviyorum burayı. yağmuru çamuru bile öyle çok koymuyo. bugün bi rezillik yaşadım da kendisi yüzünden. ne kadar sinir krizi sınırlarına getirse de o manyakça yağan yağmur gene de geçti sinirim hemen. çocuğum gibi şehir yemin ediyorum.

ısparta'nın ne biçim bi büyükcene bi köy olduğunu anladım doğrusu. bi de allah aşkına ankara'yı sevene "bi de istanbul'u gör" geyiği yapmak yasaklansın. gördük güzel allahallah. bi şey demiyoz ona zaten. ama burasının güzelliği bi ayrı.

taş üstüne taş diyen olursa, seviyorum ben o taş üstüne taşı bile. huzur veriyor ya.

ilk haftalar çok zorlandım ama. gerçekten. iç sıkıntısı geçmek bilmedi. ankara öyle bir yer ki, seni sevmezse sen onu ne kadar sevsen de hiç şans vermeyecek gibi. sevince de güzel oluyor ama.

bir şehri şizofrenlik sınırlarında kişiselleştirme faslını geride bırakacak olursam...

ha bir de, burasının anlamı bambaşka benim için. çünkü ben gerçek anlamda bütün hayatını geride bırakarak gelenlerdenim küçücük bir yerden bu büyük şehire. hava kararmadan eve döndüğün (genelde :)) ve eve dönmeye karar verdiğinde taş çatlasa 15 dakikada evde olduğun ve her yerini adın gibi bildiğin o şehri bırakmayı geçtim, en yakın arkadaşlarımla -eskienyakınarkadaşlar- çok sinir bozucu ve rezil şeyler yaşayarak koptum, uzaklaştım, canımın parçası olan bir arkadaşım ağlarken yüzüme ikinci kez bakma gereği duymuyordu, ben çoğu arkadaşlığımı bu hale getirmeyi becermiş bir insanım evet, olması gereğinden fazla hayal kırıklığına uğrattım ve uğradım. yaptığım hatalardan ders almayı veya bana yapılan hatalardan kaçmayı düşünür hale geldim sadece.

lise boyu ailemle ilişkim de hep sıkıntılı oldu. şöyle "huzur veren bi evlat" olmak nedense mümkün olmadı, şimdi hiç görmüyorum onları. ailesini bırakan tek insan ben değilim ama onlara karşı bir birey olmak, gerçekten tam anlamıyla kendi hayatını idame ettirmeyi başarabilen bir insan olmak belki de çoğu insandan daha çok anlam ifade ediyor.

şansa bak ki, gerçekten arkadaşlarımı çok sevdim. herkesi. inanabilir misin, inanamazsın tabii. ama herkes farklı farklı o kadar iyi ki. bu durumdan korkmaktan nefret ediyorum.

ama o kadar iyiler ki korkmayı bırakıp sadece yaşamayı ve sadece mutlu olmayı ve hiç bir zaman kahkahamı içimde tutmamamı sağlayabildiler, ne mutlu bana. gerçekten 27 eylül sabahına kadar hiçbirini görmemiş olmam bir şaka gibi.

çok anlam yüklemekten korkuyorum hayatıma buradaki. sonuçta insanların hayatı buradan ibaret değil, benimki de değil gerçi ama bu şehir bu okul ve bu insanlar benim tutunduğum tek şey şu anda. tek bir yere tutunmak korkutucu. anlam verdiğim kadar anlamlı değilsem ne olacak? ...

işte bu yüzden ben yeniden başlamadan önce kendi başıma idare etmeyi öğrenmeye çalıştım, bitecek bir yolculuk değil tabii ki bu ama artık üç ay öncesinden o kadar farklıyım ki, kendimle gurur duyuyorum.

edindiğim bütün arkadaşlarla, geçirdiğim bütün günlerle, attığım her kahkahayla, döktüğüm her gözyaşıyla, tek başıma ve bütün sevdiğim insanlarla yaptığım yürüyüşlerde attığım her adımla -mecazi ve gerçek anlamıyla- gurur duyuyorum.

27 eylül'den önce tanımadığım -hala tanımadığım ama tanımaya can attığım herkese- herkese beni gülümsettikleri ve yeniden başlamak için geldiğim bu yerde benimle rastlaştıkları için teşekkür ediyorum. şimdiye kadar gayet iyi geldim.

ankara, beni tutup bırakmadığın için sana da teşekkür ediyorum.

o kadar merak ediyorum ki, bir sonraki günüm nasıl geçecek diye her gün. hayat daha bir huzur ve güven veriyor bana.

bakalım...

26 Ağustos 2010 Perşembe

@2 deki laf sokma gücünü istiyorum. herkes mi zeki. @2 de mi bi güç geliyo. aklıma almadı. o zaman ccc.

20 Ağustos 2010 Cuma

doktor olcam löy löy löy

artık house md nin er ın yeri başka gönlümde
hemen her bölümde gözlerimin dolduğunu biliyor muydunuz
yok hastayı öldürdüklerinde falan değil
tedavi ettiklerinde genelde
house er diye diye doktor olmuş angut neyin içine girdiğinden zerre haberi yok da
demeyin lütfen
var zira
var ve bütün bunları çekeceğim için
bu yolda anam ağlıcağı için çok mutluyum :D
kaç senelik hayaldi ya
bi an hiç gerçekleşmicek sandım
hatta baya bi an hiç gerçekleşmicek sandım
cici ankara'da bi doktor olmak için okucam şimdi
başkent tıp'da.
mutluyum ulan.
mutluluktan öte
oh be abi çok rahatladım.

8 Ağustos 2010 Pazar

şahaneyim. aptalım. sen de benim kadar uzaksın gerçeği bilmeye.

lastfm şifremi onlarca denememden sonra hatırlıyorum her seferinde.
ve her hatırlayışım bir zafer hissiyatı yaşatıyor bana.
birbirinden bir iki sayıyla ayrılır şifrelerim çünkü genelde.
en farklısı bu. sonsuza dek diyor kendince.

ve bir gün dünyayı fethedeceğim hissiyatını bir iki saniyeliğine pekiştirmenin güzelliğini
şuradan zorla bir araya getirmeye çalıştığım bi kaç kelime anlatamıyor ki sana.
şahaneyim ben. çünkü hiç umudumu kaybetmedim
veya gerçekten çok sağlam bi aptalım ben. çünkü ciddi manada gerçekten hiç umudumu kaybetmedim.
ve şu güne kadarki hayalkırıklıklarının üstüne basarak çıplak ayaklarla ilerlemeye çalıştığım şu hayatta
amuda kalkmaya karar verecek kadar neşeli ve ellerimin de parçalanmasına izin verecek kadar şahaneyim.
gene de kendime en ufak bi zarar vermeye kalkışmayacak kadar umudum olacak.
görüyor musun,
şahaneyim.
tutkularım varmış laan. ölmemişiim laan.
geyiği bırakıp kendi içime baktığım zamana son veriyorum.



çünkü, geyik is the answer.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

dün çılgın ve çok ayrıntılı hayaller kurmakla ilgilendim yürüyüş yaparken.

california sokaklarında dolaşırken karşılaşıyorum bu insanlarla ve hayatımı nasıl da etkilediklerini anlatıyorum gördüğüm andaki şaşkınlığımı falan hayal ediyorum "bi fotoğraf çekilebilir miyiz?" cümlesini söylerken heyecanlandığımı ama gözden kaybolmak üzere olduklarında telaşla söylediğimi falan hayal ediyorum. karşılaştığımı hayal ettiğim de iki isim oldu zaten sonra "şişt cansu geçti hepsi sakin ol bürrst" demem gerekti kendime abuk subuk hareketler yapmaya ve başkasının duyacağı kadar yüksek sesle ingilizce cümleler kurmaya başlamıştım.
anthony kiedis ve shirley manson. sayın bay kiedis in de sayın bayan manson ın da nerede yaşadığı hakkında bi fikrim yok. ama rhcp dinliyordum ve california dan başka bi yerde yaşayıp da o şarkıları yapmaları ihtimali saçma geldi yani. california dan başlayınca hayal etmeye sonra da garbage a geçince otomatikman shirley the sex bomb ı da orada hayal ettim.

ama çok güzeldi lan keşke yolda karşılaşabilsem yani bu insanlarla.

ama bi seçme şansım olsa thom yorke la karşılaşmayı seçerdim, onu görünce duygu yoğunluğundan ağlayabilirim gibi geliyor. düşünsenize, yolda sözler ve melodilerle, hayata bakışııyla hayatınızı değiştiren, mükemmelliğe küçük bi adımla da olsa sizi yaklaştıran adamı görüyorsunuz. ona daha iyi bi insan olmayı borçlu olduğunuzu biliyorsunuz.

şimdi hayal ediyorum thom yorke u görsem ona sarılıp hayatımı nasıl da değiştirdiğini anlattığımı falan. ne güzel yahu. keşke ölmeden önce onları canlı görebilsem. yani ben veya onlar ölmeden önce. gerçi seni beni gömer adam yahu. gömsün zaten, dünyaya benden çok iz bıraktı sonuçta.

bi dakka bi dakka. birisinin dünyada benden çok iz bırakmış olması benden çok yaşamayı hak ettiği anlamına gelir mi? gelebilir... kalbine dokunmadığı insanların suçu ne ki.
dünyada iz bırakmak istiyorum.

ama tek dilek hakkı yetmiyor bak,
bencilim ben biraz bu besbelli.
önce mutlu olmayı seçerdim, sonra dünyada iz bırakmayı.

hadi bakalım daldan dala atlamak yetsin bu kadar.
the smashing pumpkins.
red hot chili peppers.

renklere bak, zerre kadar yaratıcılık yok ama sabah akşam bunları dinliyorum ve çok mes u dum.